23 Şubat 2024 Cuma

DELİ

"Arkadaşınız asla deli değildir." (Tekvîr - 22)

Bir deli veya şizofrene yüz metre öteden teşhis koyabilecek pek çok hekim ve psikiyatri profesörü Hz. Peygamber'e inanmaktadır nitekim... "Ahmaklarca deli zannedilmek, 'peygamber sünnetlerinden biri'dir zaten" denilemez mi öyleyse: 

Bir süre sonra, "Her soruya cevap veren ve Saray'a karşı böyle pervasız olup, eleştiriler getiren bir adam, olsa olsa deli olabilir." denilerek, Bedîüzzamân akıl hastanesine sevk edilir.(3-a)
Hastanede onu muayene etmek üzere Saray doktorlarından biri görevlendirilir. Bedîüzzamân doktora, neden ve nasıl buraya gönderildiğini dört madde halinde anlatır ve doktor hayretler içinde kalır. Büyük bir deha ve yüksek bir zekâ ile karşılaştığını fark eden doktor:
"Şimdiye kadar İstanbul'a gelenlerin içerisinde zeka ve fetanetçe (aşırı zeki) böyle bir nadire-i cihan bulunmuş değildir" şeklinde bir rapor hazırlar ve Saraya gönderir.
Bu raporu alan ve daha önce İkinci Abdülhamid'e Bedîüzzamân hakkında yalan yanlış bilgiler vererek onu yanıltan Saray paşaları telaşa düşerler ve bir an önce onu İstanbul'dan uzaklaştırmanın yollarını ararlar. 

Paşalarla arasında ciddi anlamda münakaşalar oluyor. Hatta Üstad'ın Fizan, Trablus ve Taif’e sürülmesi bile gündeme geliyor. Fakat Zülüflü İsmail Paşa'nın (askeri okullar müfettişi) tavsiyesi ile, Üstadımız'dan kurtulmanın yolunu; onu tımarhaneye göndermekte buluyorlar. Üstadımız iki Musevi, bir Rum, bir Ermeni, bir de Türk doktorundan rapor alınarak, "Toptaşı tımarhanesi"ne konuluyor. Orada bir müddet kalıyor. Tımarhanenin en yetkili doktoru tarafından yakın takipte, uzun görüşmeler ve sohbetler neticesinde doktor, şöyle bir rapor tanzim ediyor:
“ Eğer Bediüzzaman da zerre kadar mecnunluk eseri varsa, dünyada akıllı adam yoktur.”

Yani, kendisinin gayet akıllı, hattâ son asrın en akıllı ve en kâmil insanı olduğuna inanan psikiyatri profesörü talabeleri bile vardır:

Bediüzzaman’ın çağımızın Mevlana’sı olduğunu kaydeden Tarhan, “Çağımızın hastalıklarına uygun psikolojik ve sosyolojik reçeteler ve uygulamıştır. Genelde bunları okuyan insan hastalığı tedavi ediyor diye düşünmemek lazım bunlar koruyucu ruh sağlığı etkisi yapıyor. Bir kişi hastalar risalesini alıp anlamlı bir şekilde okursa hastalığını şiddetinin ve acısının büyük bir ölçüde azaldığını ve hastalık ile ilgili bağışıklık sisteminin güçlendirebileceği psikoterapi etkisi olduğunu okuyan üzerindeki sonuçlardan gözlemliyoruz.” ifadelerini kullandı.

İlk açılış konuşmasını Çağın Vicdanı Öğrenci Kulubü Başkanı Müberra Özdemir yaparken Üsküdar Üniversitesi Kurucu Rektörü Prof. Dr. Nevzat Tarhan, konuşmasında Bediüzzaman Said Nursi’yi sadece anma değil, anlama üzerine de durduklarını söyledi. Bugün Risale-i Nur’un ve Bediüzzaman’ın anlaşılması gerektiğinin altını çizen Prof. Dr. Nevzat Tarhan, “Neden gerekiyor? İnsanlığın gelecekteki ihtiyaçları için gerekiyor.  Mevlana nasıl hayatında bilinmediyse Bediüizzaman da hayatında bilinmedi. Daha sonradan bilinecek ama halen de bilinemiyor” dedi.

"Geçenlerde arayan bir büyüğüm Bediüzzaman Hazretlerinin bugüne işaret eden ibretli bir sözünü ifade etti. Aynen aktarıyorum:
“İ’lem ey mağrur (gururlu), mütekebbir (büyüklenen), mütemerrid (inatçı) nefis! Sen öyle bir zâfiyet, acz, fakirlik, miskinlik gibi hallere mahalsin ki, ciğerine yapışan ve çok defa büyülttükten sonra ancak görülebilen bir mikroba mukavemet edemezsin; seni yere serer, öldürür...” (Mesnevi-i Nuriye, Hubab)
Görüldüğü gibi mübarek zat yüzyıl öncesinden bize insanoğlunun aciz ve fani yaratık olduğunu, her şeye hâkim olmasının mümkün olmadığını anlaması gerektiğini net şekilde ifade etmiş.
Bu da pandeminin ahlaki ve etik kurallara daha önem vermeyi, kul olma bilincinin artmasını, tabiatı tahrip etmememizi ve insanoğlunun gurura kibire kapılmadan haddini bilmesi gerektiğini gösteriyor. 
İnsanoğlu mecburen daha alçakgönüllü, daha boynu eğik olacak.

Sultan Mehmed Fatih’in zamanında hikâye edilen meşhur ve mânidar Cibali Baba kıssası nev’inden olarak, bir kısım ehl-i velâyet, zâhiren muhakemeli ve âkıl görünürken, meczupturlar.
Ve bir kısmı dahi, bazan sahvede ve daire-i akılda görünür, bazan aklın ve muhakemenin haricinde bir hale girer. Şu kısımdan bir sınıfı, ehl-i iltibastır, tefrik etmiyor.
Sekir halinde gördüğü bir meseleyi hâlet-i sahvede tatbik eder, hata eder ve hata ettiğini bilmez. Meczupların bir kısmı ise, indallah mahfuzdur, dalâlete sülûk etmez.
Diğer bir kısmı ise mahfuz değiller; bid’at ve dalâlet fırkalarında bulunabilirler. Hattâ kâfirler içinde bulunabileceği ihtimal verilmiş.
İşte, muvakkat veya daimî meczup olduklarından, mânen “mübarek mecnun” hükmünde oluyorlar.
Ve mübarek ve serbest mecnun hükmünde oldukları için, mükellef değiller.
Ve mükellef olmadıkları için muahaze olunmuyorlar.
Kendi velâyet-i meczubâneleri bâki kalmakla beraber, ehl-i dalâlete ve ehl-i bid’aya taraftar çıkarlar, mesleklerine bir derece revaç verip, bir kısım ehl-i imanı ve ehl-i hakkı, o mesleğe girmeye meş’ûmâne bir sebebiyet verirler.

"Deliler bir adama deli demezse o adam akıllı değildir." (Mehmet Şevket Eygi)


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Seviyeli yorumlar yayınlanacaktır.

ÇOKLU KODLAMA

"Eco, kendi romanlarını çifte kodlama yöntemiyle yazdığını söyler. Ona göre bu, daha geniş kitlelere ulaşmasının sırrını oluşturmaktadı...