30 Aralık 2023 Cumartesi

MAHMUT EFENDİ MÜCEDDİD MİDİR?



1- "Hangi şeyi vasfetsen, olduğu gibi vasfet. Medhin mübalâğası bence zemm-i zımnîdir. İhsan-ı İlâhîden fazla ihsan, ihsan değildir."

"Bu kadar cehalet ancak tahsille mümkündür" denir ya, yine tipik bir muridin şeyhini uçurması vâkâsı daha... Mahmut Efendi merhum, iyidir hoştur ama son tahlilde şeyhlerden bir şeyhtir ve müceddidlik ile uzaktan yakından en ufak bir alâkası bile yoktur. Nitekim kökten gelenekselci ve en düşük seviyedeki âvâma hitab eden bir zât idi ve söylediği yeni hiçbir şey de yoktu:

"Bundan kırk elli sene evvel, büyük kardeşim Molla Abdullah (rahmetullahi aleyh) ile bir muhaveremi hikâye ediyorum.
O merhum kardeşim, evliya-i azimeden olan Hazret-i Ziyaeddin’nin (k.s.) has müridi idi. Ehl-i tarikatça, mürşidinin hakkında müfritane muhabbet ve hüsn-ü zan etse makbul gördükleri için, o merhum kardeşim dedi ki: “Hazret-i Ziyaeddin bütün ulûmu biliyor. Kâinatta, kutb-u âzam gibi herşeye ıttılâı var.” Beni onunla raptetmek için çok harika makamlarını beyan etti.
Ben de o kardeşime dedim ki: “Sen mübalâğa ediyorsun. Ben onu görsem, çok meselelerde ilzam edebilirim. Hem sen benim kadar onu hakikî sevmiyorsun. Çünkü kâinattaki ulûmları bilir bir kutb-u âzam suretinde tahayyül ettiğin bir Ziyaeddin’i seversin. Yani o ünvanla bağlısın, muhabbet edersin. Eğer perde-i gayb açılsa, hakikati görünse, senin muhabbetin ya zâil olur veyahut dörtten birisine iner. Fakat ben, o zât-ı mübâreki senin gibi pek ciddî severim, takdir ederim. Çünkü, Sünnet-i Seniye dairesinde, hakikat mesleğinde, ehl-i imana hâlis ve tesirli ve ehemmiyetli bir rehberdir. Şahsî makamı ne olursa olsun, bu hizmeti için ruhumu ona feda ederim. Perde açılsa ve hakikî makamı görünse, değil geri çekilmek, vazgeçmek, muhabbette noksan olmak, bilâkis daha ziyade hürmet ve takdirle bağlanacağım. Demek ben hakikî bir Ziyaeddin’i, sen de hayalî bir Ziyaeddin’i seversin.”

İ’lem eyyühe’l-aziz! Tevfik-i İlâhî refiki olan adam, tarikat berzahına girmeden zahirden hakikate geçebilir. Evet, Kur’ân’dan, hakikat-i tarikati, tarikatsiz feyiz suretiyle gördüm ve bir parça aldım. Ve keza, maksud-u bizzat olan ilimlere ulûm-u âliyeyi okumaksızın isâl edici bir yol buldum. Serîüsseyir olan bu zamanın evlâdına, kısa ve selâmet bir tarîki ihsan etmek rahmet-i hâkimenin şânındandır.

Birinci emare: İman-ı tahkikî ilmelyakînden hakkalyakîne yakınlaştıkça daha selb edilmeyeceğine ehl-i keşif ve tahkik hükmetmişler ve demişler ki: "Sekerat vaktinde şeytan vesvesesiyle ancak akla şüpheler verip tereddüde düşürebilir." Bu nevi iman-ı tahkikî ise yalnız akılda durmuyor. Belki hem kalbe, hem ruha, hem sırra, hem öyle letâife sirayet ediyor, kökleşiyor ki, şeytanın eli o yerlere yetişemiyor. Öylelerin imanı zevalden mahfuz kalıyor.
Bu iman-ı tahkikînin vusulüne vesile olan bir yolu, velâyet-i kâmile ile keşif ve şuhud ile hakikate yetişmektir. Bu yol ehass-ı havassa mahsustur, iman-ı şuhûdîdir.
İkinci yol, iman-ı bilgayb cihetinde, sırr-ı vahyin feyziyle, burhanî ve Kur’ânî bir tarzda, akıl ve kalbin imtizacıyla, hakkalyakîn derecesinde bir kuvvetle zaruret ve bedâhet derecesine gelen bir ilmelyakînle hakaik-i imaniyeyi tasdik etmektir.
Bu ikinci yol, Risaletü’n-Nur’un esası, mayası, temeli, ruhu, hakikati olduğunu has talebeleri görüyorlar. Başkalar dahi insafla baksa, Risaletü’n-Nur hakaik i imaniyeye muhalif olan yolları gayr-ı mümkin ve muhal ve mümteni derecesinde gösterdiğini görecekler.

2- Nicelerini ve daha "benim" diyen nicelerini dikkatle inceledim ama şu hayatımda Bediüzzaman'dan başka dört başı mamur "gerçek kâmil insan" görmedim diyebilirim. Âvamın anladığı mânâda Mehdi olmasa bile -ki bilinen şekliyle dünyayı ıslah etmemiş ve yeryüzünden fitneyi kaldırmamıştır-, mehdiyet misyonunun kurucusu veya temsilcisi sayılabilir:

İkincisi: Kırk sene evvel tekrarla dedim: Bir nur göreceğiz. Büyük müjdeler verdim. O nuru büyük daire-i vataniyede zannederdim. Halbuki o nur, Risale-i Nur idi. Nur şakirtlerinin dairesini, umum vatan ve memleket siyasî dairesi yerinde tahmin edip sehiv etmiştim.

“Evet, bu zaman hem iman ve din için, hem hayat-ı içtimaî ve şeriat için, hem hukuk-u âmme ve siyaset-i İslâmiye için gayet ehemmiyetli birer müceddid ister. Fakat en ehemmiyetlisi, hakaik-i imaniyeyi muhafaza noktasında tecdid vazifesi, en mukaddes ve en büyüğüdür. Şeriat ve hayat-ı içtimaiye ve siyasiye daireleri ona nispeten ikinci, üçüncü, dördüncü derecede kalıyor. Rivâyât-ı hadisiyede, tecdid-i din hakkında ziyade ehemmiyet ise, imanî hakaikteki tecdid itibarıyladır. Fakat efkâr-ı âmmede, hayatperest insanların nazarında zâhiren geniş ve hâkimiyet noktasında cazibedar olan hayat-ı içtimaiye-i İslâmiye ve siyaset-i diniye cihetleri daha ziyade ehemmiyetli göründüğü için, o adese ile, o nokta-i nazardan bakıyorlar, mânâ veriyorlar."

3- Ahirzaman ve kıyametin kopmasıyla ilgili meselelerin ilmi de kendisindedir:

İman ve teklif, ihtiyar dairesinde bir imtihan, bir tecrübe, bir müsabaka olduğundan, perdeli ve derin ve tedkik ve tecrübeye muhtaç olan nazarî mes'eleleri elbette bedihî olmaz. Ve herkes ister istemez tasdik edecek derecede zaruri olmaz.
Ta ki Ebu Bekir’ler a'lâ-yı illiyyîne çıksınlar ve Ebu Cehil’ler esfel-i safiline düşsünler. İhtiyar kalmazsa teklif olamaz. Ve bu sır ve hikmet içindir ki, mucizeler seyrek ve nadir verilir. Hem dâr-ı teklifte gözle görünecek olan alamet-i kıyamet ve eşrat-ı saat, bir kısım müteşabihat-ı Kur'aniye gibi kapalı ve tevilli oluyor.
Yalnız, Güneş'in mağribden çıkması bedahet derecesinde herkesi tasdike mecbur ettiğinden, tövbe kapısı kapanır; tövbe ve iman makbul olmaz. Çünkü Ebu Bekirler, Ebu Cehiller ile tasdikte beraber olurlar.
Hatta Hazret-i İsa Aleyhisselâm'ın nüzulü dahi ve kendisi İsa Aleyhisselam olduğu, nur-u imanın dikkatiyle bilinir; herkes bilemez. Hatta Deccal ve Süfyan gibi eşhas-ı müdhişe, kendileri dahi kendilerini bilmiyorlar. (Şualar, s.579)

Risâle-i Nur talebelerinin ne zamana kadar devam edeceğini düşündüğü bir sırada, Ramazan-ı Şerifin onuncu gününün ikinci saatinde birden kalbine bu hadisin ihtar edildiğini söyleyen Bediüzzaman, 1506 tarihine, yâni, 2090 Milâdî tarihine kadar zâhir, âşikârâne, belki galibâne hizmetler yapılacağını, sonra 1542 tarihine kadar, yâni, Milâdî 2126 yılına kadar, gizli ve mağlûbiyet içinde irşad ve tenvir vazifesini sürdüreceğini; sonra 1545 de, yâni Milâdî 2129 yılında kâfirlerin başında kıyametin kopmasını îma ettiğini ve bunların Allah’ın ilminde olup ve doğrusunun Allah tarafından bilinebileceğini ifâde eder.

27 Aralık 2023 Çarşamba

BAKMAK VE GÖRMEK

"Tasarım gözü" kör olanlar, şuradaki başarısız örneklerin; bütünlük, oran, denge, vurgu, devinim ve tipografi problemlerini bir türlü göremez ve bön bön bakıp geçerler ya:

"Kalp gözü" körler de, öteleri asla göremez işte:

“Andolsun ki sen bundan gaflette idin. Şimdi gaflet perdeni açtık; artık bugün gözün keskindir” 
(Kâf - 22)

"Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır." 
(A’râf - 179)

"Ben sizin görmediğinizi görür, işitmediğinizi işitirim. Nitekim sema uğuldadı, uğuldamak da ona hak oldu. Semada dört parmak sığacak kadar boş bir yer yoktur, her tarafta Allah'a secde için alnını koymuş bir melek vardır. Allah'a yemin olsun, benim bildiğimi siz bilse idiniz az güler, çok ağlardınız, yataklarda kadınlarla telezzüz etmezdiniz, yollara, çöllere dökülür, (belanızı defetmesi için) Allah'a yalvar yakar olurdunuz." [Ebu Zerr (radıyallâhu anh) ilâve etti: "Keşke sökülen bir ağaç olsaydım." 
[Tirmizî, Zühd 9, (2313); İbnu Mâce, Zühd 19, (4190).]

"Meselâ büyük bir mühendisin, bir hastalığın keşfinde ve tedavisinde bir küçük tabip kadar hükmü geçmez. Ve bilhassa, maddiyatta çok tevağğul eden ve gittikçe mâneviyattan tebâud eden ve nura karşı gabîleşen ve kabalaşan ve aklı gözüne inen en büyük bir feylesofun münkirâne sözü mâneviyatta nazara alınmaz ve kıymetsizdir. Acaba yerde iken Arş-ı Âzamı temaşa eden, harika bir deha-yı kudsî sahibi olan ve doksan sene mâneviyatta terakki edip çalışan ve hakaik-ı imaniyeyi ilmelyakîn, aynelyakîn, hatta hakkalyakîn sûretinde keşfeden Şeyh Geylâni (k.s.) gibi yüz binler ehl-i hakikatın ittifak ettikleri tevhidî ve kudsî ve mânevî meselelerde, maddiyatın en dağınık ve kesretin en cüz’î teferruatına dalan ve sersemleşen ve boğulan feylesofların sözleri kaç para eder? Ve inkârları ve itirazları, gök gürültüsüne karşı sivrisineğin sesi gibi sönük olmaz mı?"

"Her şeyi maddede arayanların akılları gözlerindedir. Göz ise mâneviyatta kördür."

İşte Niyâzî’nin sözün
Bir nesne örtmez Hak yüzün
Hak’tan âyân bir nesne yok
Gözsüzlere pinhân imiş
(Niyazi Mısri)

15 Aralık 2023 Cuma

BİR

Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temelluk edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Herşeyin anahtarı Onun yanında, herşeyin dizgini Onun elindedir. Herşey Onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.

1. Yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.
2. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor.
3. Biri talep et; başkaları lâyık değiller.
4. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar.
5. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir.
6. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir.

Arkadaş! İman, bütün eşya arasında hakikî bir uhuvveti, irtibatı, ittisali ve ittihad rabıtalarını tesis eder.
Küfür ise, bürudet gibi, bütün eşyayı birbirinden ayrı gösterir ve birbirine ecnebî nazarıyla baktırır. Bunun içindir ki, mü’minin ruhunda adâvet, kin, vahşet yoktur. En büyük bir düşmanıyla bir nevi kardeşliği vardır. Kâfirin ruhunda hırs, adâvet olduğu gibi, nefsini iltizam ve nefsine itimadı vardır. Bu sırra binaendir ki, dünya hayatında bazan galebe kâfirlerde olur. Ve keza, kâfir, dünyada hasenatının mükâfatını filcümle görür. Mü’min ise, seyyiatının cezasını görür.

"İşte, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânın mucizâne terbiyesine bak ki, nasıl ednâ bir kederle ve küçük bir gamla başı dönüp sersemleşen ve küçük bir mikroba mağlûp olan bu küçük insan, terbiye-i Kur’ân ile ne kadar teâli ediyor. Ve ne derece letâifi inbisat eder ki, koca dünya mevcudatını, virdine tesbih olmakta kısa görüyor. Ve Cenneti zikir ve virdine gaye olmakta az gördüğü halde, kendi nefsini Cenâb-ı Hakkın ednâ bir mahlûkunun üstünde büyük tutmuyor." https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/lemalar/on-yedinci-lema/209

Ey hodgâm insan! Sineklerin binler hikmet-i hayatiyesinden başka, sana âit bu küçücük faydasına bak, sinek düşmanlığını bırak: Çünkü, gurbette, kimsesiz, yalnızlıkta sana ünsiyet verdiği gibi, gaflete dalıp fikrini dağıtmaktan seni ikaz eder.
Ve lâtif vaziyeti ve abdest alması gibi yüzünü, gözünü temizlemesiyle, sana abdest ve namaz, hareket ve nezâfet gibi vazife-i insâniyeti ihtar eder ve ders veren sineği görüyorsun.
Hem sineğin bir sınıfı olan arılar, nimetlerin en tatlısı, en lâtifi olan balı sana yedirdikleri gibi, Kur’ân-ı Mu’cizü’l-Beyânda, vahy-i Rabbânîye mazhariyetle serfirâz olduğundan, onları sevmek lâzım gelirken, sinek düşmanlığı, belki insana dâimâ muâvenete dostâne koşan ve her belâsını çeken o hayvânâta düşmanlığı gadirdir, haksızlıktır. Muzırların yalnız zararlarını def için mücâdele olabilir.

Evet, Allah’a abd ve hizmetkâr olana herşey hizmetkâr olur. Bu da, herşey Allah’ın mülk ve malı olduğunu iman ve iz’an ile olur.

Kesinlikle ne bir sineğin ne bir tahtakurusunun ve ne de bir karıncanın, Üstadı rahatsız ettiğini görmedik. Hatta Emirdağ'ında kalırken, Üstad'ın bulunduğu yerde çok tahtakurusu olduğu hâlde Üstad'ı rahatsız etmiyorlardı. Üstad da onlardan rahatsız olmuyordu. Tahtakurularını temizlememize de müsaade etmezdi. Tahtakuruları için, 'Onlar benim zikir arkadaşımdırlar.' derdi."

“Erek’te kaldığımız günlerde cuma namazları için beraber şehre inerdik. Yine böyle bir cuma günü şehre gelmiş, cumayı kılmış dönüyorduk. Yolda Zernebad Menbaı’nın alt yamaçlarında yürüyüp giderken, bir de ne görelim. Kocaman azgın çoban köpekleri dağdan koşarak bize doğru hücuma geçmişler. Ben de güya müdafaa için yerden birkaç taş topladım. Üstâd: ‘Ne yapıyorsun?’ dedi. Ben de, ‘Efendim dağdan bize doğru, doludizgin gelen köpekleri görmüyor musun, kendimizi müdafaa etmeyelim mi?’ dedim. Üstâd gülerek: ‘Ayıp ayıp!.. At o taşları.’ dedi. Ben taşları yere attım ne olacak diye bekledim. Köpekler bize tam yaklaşmışlardı. Üstâd elindeki şemsiyesini köpeklere doğru uzattı ve ‘Biz hain değiliz!’ dedi. Köpekler olduğu yerde durdular, hücumu ve havlamayı kestiler. Biz de yanlarından geçerek yolumuza devam ettik.”

Üstad yazdığı mektupları, Risale-i Nurları kibrit kutusuna koyarak pencereden ağabeylere atarmış, ya da babam gibi yanına girip çıkan güvendiği kişilerle talebelerine ulaştırıyormuş. Zaman zaman iki beyaz fare geliyormuş, Üstad onlara şefkat gösteriyor, yiyecek veriyormuş. Babam Üstadın yanında iken yine iki beyaz fare gelmiş. Üstad bu sıra hapiste “Elhüccetü’z-Zehra” (Onbeşinci Şuâ) Risalesini yazmaktadır. Fareler gelmişler, elindeki kaleme sürtünmüşler. Üstad farelerin kulaklarına kalemi hafiften vurarak “Bunlar da benim gibi ihtiyar, ben bunları besliyorum” derken evcil hayvanlar gibi fareler kulaklarını kısıyor, nazlanıyorlarmış.
Üstadın yazdığı küçük kâğıdı birden iki fare tutarak alıp götürmüşler. Bir iki dakika sonra Üstadın bulunduğu odaya baskın ve arama yapılmış. Hiçbir şey bulamamışlar. Bir müddet sonra fareler kâğıdı tekrar geri getirip bırakmışlar.
Daha sonra Üstad cezaevinden çıkarken farelere kantinden yiyecek alması için babama bir miktar para bırakmış. Babam da cezaevinden çıkarken Sülümenlili müebbet mahkûmu bir arkadaşına kalan parayı farelere yiyecek almaya devam etmesi için bırakmış. O arkadaşı, mahkûmiyeti boyunca her gün farelere yiyecek vermiş. Paranın son kuruşuyla ekmek almaya giderken, kendisinin Yargıtay’dan temyizden beraat kararının geldiğini öğrenmiş. Paranın bittiği gün, mahkûmiyeti de bitmiş, hapisten çıkmış.

Öyleyse, sokak hayvanları hakkında homurdanıp duran veya hemen hırlamaya başlayan iki ayaklı hayvanâtı taşlamaya değer mi hiç...

7 Aralık 2023 Perşembe

KOMİNİSTE ALLAH RAZI OLSUN DENİR Mİ?


Sual: Bazı nâs, senin gibi mânâ vermiyorlar. Hem de bazı Jön Türklerin a’mâl ve etvârı pis tefsir ediliyor. Zira bazı Ramazan’ı yer, rakı içer, namazı terk eder. Böyle, Allah’ın emrinde hıyanet eden, nasıl millete sadakat edecektir?
Cevap: Evet, neam, hakkınız var. Fakat hamiyet ayrı, iş ayrıdır. Bence bir kalb ve vicdan fezâil-i İslâmiye ile mütezeyyin olmazsa, ondan hakikî hamiyet ve sadakat ve adalet beklenilmez. Fakat iş ve san’at başka olduğu için, fâsık bir adam güzel çobanlık edebilir. Ayyaş bir adam, ayyaş olmadığı vakitte iyi saat yapabilir. İşte, şimdi salâhat ve mehareti, tâbir-i âharla fazileti ve hamiyeti, nur-u kalb ve nur-u fikri cem edenler vezaife kifayet etmezler. Öyleyse, ya maharettir veya salâhattir. San’atta maharet ise müreccahtır.

2 Aralık 2023 Cumartesi

"SUNA DEDİMSE SEN LEYLA DEDİMSE SENSİN"

Senin için dağları deler, yol açarım, yâr

Senin için denizleri kuruturum, yâr

Senin için gök kubbeyi yerlere çalarım, yâr

Canım' iste, canım bile sana kurban, yâr


Sürerim buluttan, tarlaları

Yağmurlar ekerim, göğün göğsüne

Güneşte demlerim, senin çayını

Yüreğimden süzer öyle veririm

Ben feleğin şu çarkına, çomak sokarım

Ben feleğin tekerine çomak sokarım

Yeter ki ıslak ıslak, bakma öyle

Yeter ki ıslak ıslak, bakma öyle


Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temelluk edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Herşeyin anahtarı Onun yanında, herşeyin dizgini Onun elindedir. Herşey Onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/mektubat/yirminci-mektup/birinci-makam/319

1. Yalnız Biri iste; başkaları istenmeye değmiyor.

2. Biri çağır; başkaları imdada gelmiyor.

3. Biri talep et; başkaları lâyık değiller.

4. Biri gör; başkaları her vakit görünmüyorlar, zevâl perdesinde saklanıyorlar.

5. Biri bil; marifetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir.

6. Biri söyle; Ona ait olmayan sözler mâlâyâni sayılabilir.

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/on-yedinci-soz/on-yedinci-sozun-ikinci-makami/299

Bütün şiirlerde söylediğim sensin

Suna dedimse sen Leyla dedimse sensin

Seni saklamak için görüntülerinden faydalandım Salome'nin Belkıs'ın

https://www.antoloji.com/surgun-ulkeden-baskentler-baskentine-siiri/

***

Dinle, havadaki demdeme, kuşlardaki civcive, yağmurdaki zemzeme, denizdeki gamgama, ra’dlardaki rakraka, taşlardaki tıktıka birer mânidar nevaz.

Terennümât-ı hava, naarât-ı ra’diye, nağamât-ı emvac, birer zikr-i azamet. Yağmurun hezecâtı, kuşların seceâtı birer tesbih-i rahmet, hakikate bir mecaz.

Eşyada olan asvat birer savt-ı vücuttur; ben de varım derler. O kâinat-ı sâkit birden söze başlıyor: “Bizi câmid zannetme, ey insan-ı boşboğaz!”

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/lemeat/1008








Bazı âlât-ı lehvi tahrim edip, bir kısmı helâl diye izin verip; demek hüzn-ü Kur’ânî veya şevk-i tenzilî veren âlet zarar vermez.

Eğer hüzn-ü yetimî veya şevk-i nefsanî verse, âlet haramdır. Değişir eşhasa göre; herkes birbirine benzemez.

https://sorularlarisale.com/risale-i-nur-kulliyati/sozler/lemeat/1000





ÇOKLU KODLAMA

"Eco, kendi romanlarını çifte kodlama yöntemiyle yazdığını söyler. Ona göre bu, daha geniş kitlelere ulaşmasının sırrını oluşturmaktadı...