10 Şubat 2024 Cumartesi

AĞZI OLAN KONUŞABİLİR Mİ?

İnsanoğlunun mahiyeti, nerden gelip nereye gittiği, hayatın gayesi, ölüm sonrası ve kıyametin tarihi gibi büyük meseleler hakkında sadece çok büyük insanlar, yani Peygamberler konuşabilir ve söyledikleri ne varsa hep vahye dayanır mâlûm. Yani insanoğlunun küçük aklı, büyük meseleler hakkında ahkâm kesmeye yetmez:

"...Allah bilir, siz bilmezsiniz." (Bakara - 216)

"Ey bütün mahlukat tarafından bilinen Rabb'im, seni bilinmesi gereken ölçüde bilip tanıyamadık." (Hz. Peygamber)

Meşhur Cibrîl hadisinde de Hz. Peygamber (s.a.s), Cebrâil’in “Kıyamet ne zaman kopacak?” sorusu üzerine; “Sorulan, sorandan daha iyi bilmemektedir.” diye cevap vermiştir. (Müslim, İmân, 93)

"Bu imalar gerçi yalnız bir tevafuk olduğundan delil olmaz ve kuvvetli değil; fakat birden ihtar edilmesi bana kanaat verdi. Hem kıyametin vaktini kat’î tarzda kimse bilmez; fakat, böyle îmalarla bir nevî kanaat, bir galip ihtimal gelebilir."

Tebük seferi sırasında bir ara Resûl-i Ekrem Efendimizin (asm) devesi Kasvâ kayboldu. Ashab-ı Kiram bir süre aradılarsa da onu bulmaya muvaffak olamadılar.
Münâfıklar bunu da fırsat bilerek Hz. Resûlullahı (asm) rahatsız edici söz söylemekten geri durmadılar. Onlardan biri olan Zeyd bin Lusayt,
"Şaşılacak şey! Muhammed, peygamber olduğunu söyler, gökten haber verir, fakat devesinin nerede olduğunu bilmez." diye söylendi.
Münâfıkın âdice sarf ettiği bu söz, Kâinatın Efendisine (asm) ulaştırılınca,
"Vallahi, ben ancak Allah'ın bana bildirdiğini bilirim. Ondan başkasını asla bilemem!" buyurdu ve ilâve etti:
"Şimdi de Allah bana bildirdi ki, Kasvâ filan ve filan dağların arkasındaki vadidedir. Yuları bir ağaca takılmış olarak duruyor. Hemen gidiniz onu bana getiriniz."
Sahabîler, Hz. Resûlullah'ın (asm) tarif ettiği yere gittiklerinde, deveyi aynen yuları bir ağaca dolanmış halde buldular ve alıp getirdiler. (Sîre, 4:167; İbn-i Kesîr, Sîre, 4:16-17.)

Mektubunda diyorsun: رَبُّ الْعَالَمِينَ tabir ve tefsirinde “on sekiz bin âlem” demişler. O adedin hikmetini soruyorsun. Kardeşim, ben şimdi o adedin hikmetini bilmiyorum.

Yanlış saat de günde iki defa doğruyu gösterir misali bir defa doğru söylese, peşine bin tane yanlış katmadan yapamaz ki, felsefe denilen safsatalar silsilesi de esasen budur zaten:

"Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar." (En’âm - 116)

"Şu batıl mezheplerde birer dane-i hakikat mevcud, mündericdir; mahsus mahalli vardır. Batıl olan, tamimdir."

Yani, bütünde veya günün sonunda hepsi muhakkak çuvallar. Bir de Son Peygamber'den sonra, ezelî hakikatlerin ilerleyen zaman dilimlerine ve "cycle"lara tekabül eden tezahürleri veya açılımları vardır ki, bunlar hakkında da Peygamber vârisleri veya temsilcileri fikir beyan edebilirler ancak:

"Ümmetimin alimleri, İsrâiloğullarının peygamberleri gibidir." (Kaynağını bulamadım)

Âhirzamanda yaygınlaşacak din karşıtı fikir akımları, Kuran'ın bu zamana bakan âyetlerinin izahı, kaçınılmaz sona doğru insanlığın ve müslümanların gidişatı ve bu hengamede en isabetli İslamî hareket tarzı gibi... 

"Şüphesiz ki, Allah her yüzyılın başında bu ümmete dinî işlerini yenileyecek bir müceddid gönderecektir." (Ebu Davud, Melahim)

"Risâle-i Nur, bu asrı ve gelecek asırları tenvir edecek olan bir mu'cize-i Kur'âniyedir."

"Hem, hakaik-i imaniyeyi, ilm-i kelâmdan ve medreseden öğrenmek çok zamana muhtaç bulunduğundan, bu zamanda o kapı dahi kapandı. Hem çabuk, hem herkes anlayacak bir tarzda en derin hakikatleri talim eden Risale-i Nur, elbette İmam-ı Ali Radıyallahu Anhın bu iltifatına lâyıktır."

Peki bu noktada bizim gibi küçük insanlara düşen ne olabilir? Büyüklerin çıkarımlarını iyice anlayarak şerh etmek, boşlukları doldurmak ve varsa eksik veya yanlış taraflarını tashih etmektir ki, büyük insanlar da en azından teferruatta hatadan büsbütün hâli olamazlar şüphesiz:

"Aziz kardeşlerim; Üstâdınız lâyuhtî değil... Onu hatâsız zannetmek hatâdır. Bir bahçede çürük bir elma bulunmakla bahçeye zarar vermez. Bir hazinede silik para bulunmakla, hazineyi kıymetten düşürtmez. Hasenenin on sayılmasıyla, seyyienin bir sayılmak sırrıyla, insaf odur ki: Bir seyyie, bir hatâ görünse de, sair hasenata karşı kalbi bulandırıp itiraz etmemektir. Hakaike dair mesâilde külliyatları ve bazan da tafsilâtları sünuhat-ı ilhâmiye nev’inden olduğundan, hemen umumiyetle şüphesizdir, kat’îdir. Onların hususunda sizlere bazı müracaat ve istişarem, tarz-ı telâkkisine dairdir. Onlar hakikat ve hak olduklarına dair değildir. Çünkü, hakikat olduklarına tereddüdüm kalmıyor.
Fakat münâsebât-ı tevafukiyeye dair işaretler, mutlak ve mücmel ve küllî surette sünûhât-ı ilhâmiyedir. Tafsilât ve teferruatta bazan perişan zihnim karışır, noksan kalır, hatâ eder. Bu teferruatta hatam, asla ve mutlaka zarar îras etmez. Zaten kalemim olmadığından ve kâtip her vakit bulunmadığından, tâbiratım pek mücmel ve nota hükmünde kalır, fehmi işkâl eder."

"Bu durûs-u Kur’âniyenin dairesi içinde olanlar, allâme ve müctehidler de olsalar, vazifeleri, ulûm-u imaniye cihetinde, yalnız yazılan şu Sözlerin şerhleri ve izahlarıdır veya tanzimleridir. Çünkü, çok emârelerle anlamışız ki, bu ulûm-u imaniyedeki fetvâ vazifesiyle tavzif edilmişiz. Eğer biri, dairemiz içinde nefsin enâniyet-i ilmiyeden aldığı bir hisle, şerh ve izah haricinde birşey yazsa, soğuk bir muaraza veya nâkıs bir taklitçilik hükmüne geçer. Çünkü, çok delillerle ve emârelerle tahakkuk etmiş ki, Risale-i Nur eczaları Kur’ân’ın tereşşuhâtıdır; bizler, taksimü’l-a’mâl kaidesiyle, herbirimiz bir vazife deruhte edip o âb-ı hayat tereşşuhâtını muhtaç olanlara yetiştiriyoruz." 

Yoksa, hiçbir ehliyeti ve mazhariyeti olmadığı halde, kendinde bir keramet vehmederek veya adeta kendini tanrı yerine koyarak işkembe-i kübradan savurup durmak tam bir câhiliye sayılır ki, bilmediğini bile bilmeyen katmerli câhillerin büyük meseleler hakkında ağızlarını açmasına bile lüzum ve cevaz yoktur:

"Ya öğrenen ol, ya öğreten ol, ya dinleyen ol ya da ilmi seven ol. Fakat sakın beşincisi olma. Yoksa helak olursun.” (Taberânî, Beyhakî)

"Her kim bîr eli itaatten çıkarırsa, kıyamet günü (kendini savunacak) hiçbîr hücceti/delili olmadığı hâlde Allah'ın huzuruna çıkar. Ve her kim boynunda bir bîat olmadığı hâlde (bir halifeye biat etmeden) ölürse, câhiliyye ölümü (gibi bir ölüm) ile ölür.” 
(Müslim, İmare, 58)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Seviyeli yorumlar yayınlanacaktır.

ÇOKLU KODLAMA

"Eco, kendi romanlarını çifte kodlama yöntemiyle yazdığını söyler. Ona göre bu, daha geniş kitlelere ulaşmasının sırrını oluşturmaktadı...